Diyojen Forum Sitesi
<a href="https://m.youtube.com/channel/UCT9z-rDUVgEZEaB40OOqEEA?reload=9"> <img style="width: 300px; height: 150px;" title="Abone olun" src="https://i.servimg.com/u/f89/14/29/41/45/buton_10.gif" /></a>



Join the forum, it's quick and easy

Diyojen Forum Sitesi
<a href="https://m.youtube.com/channel/UCT9z-rDUVgEZEaB40OOqEEA?reload=9"> <img style="width: 300px; height: 150px;" title="Abone olun" src="https://i.servimg.com/u/f89/14/29/41/45/buton_10.gif" /></a>

Diyojen Forum Sitesi
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

Genel Türk Tarihi -( 12 )

Aşağa gitmek

Genel Türk Tarihi -( 12 ) Empty Genel Türk Tarihi -( 12 )

Mesaj  Tanlmslz C.tesi Eyl. 12, 2009 5:08 pm

Osmanlı Devletinin bütün ülkeye yayılmış eğitim ve öğretim kurumları olduğu gibi, gayrimüslim ve yabancıların da okulları vardı. Özellikle II. Abdülhamid Han zamanında, ülkenin her köşesine aynı şekilde ve değerde liseler yapıldı. Bunların bazısı halâ, açılış günlerinin tarihini taşıyan sağlam, eğitim ve öğretim düzeyi yüksek olan, Türkiye'nin en meşhur liseleridir. Osmanlı eğitim ve öğretim sisteminde öğrenci-öğretmen ve veli münasebetleri mükemmel olup, hocaya saygı gösterilirdi. O da öğrencisine şefkatle muâmele ederdi. Okullarda, bazı kaynaklarda ileri sürüldüğü gibi falaka ve dayak yoktu.

Osmanlılarda bütün dinî, fennî, sosyal ilimler ve teknik bilgiler, kuruluşundan sonuna kadar her seviyede öğretilip uygulanarak yayıldı. Devletin kuruluşunda, kurucuların etrafında, Türkiye Selçukluları devrinde yetişen âlimler vardı. Osmanlılar devrinde yapılan mektep ve medreselerden, yazılan kitap ve diğer eserlerin bazılarından, imkânlar ölçüsünde halen faydalanılmaktadır. Eserlerin çokluğu ve tasnif edilememesi, eldekilerin toplanamaması, bir kısmının çalınarak Avrupa'ya ve diğer ülkelere kaçırılması, bir kısmının Türkiye toprakları dışında kalması, kültür eserlerimizin Osmanlılar devrinde, akıllara durgunluk verecek düzeyde olduğunu göstermektedir. Ne yazık ki Osmanlı Türkçesi de bu eserlere paralellik göstermekte ve kelime hazinesi halâ bilinmemektedir.

Müslüman Türklerde Toplum Hayatı: Müslüman Türklerde sınıfsız bir toplum hayatı vardı. Köle vardı, fakat Osmanlı ülkesinden alınmazdı. Kölelik devamlı değildi. Âzad edilip hürriyete kavuşarak devlet kademesinde görev alabilirdi. Köylü hür olup, serflik (toprağa bağlı kölelik) yoktu. Bütün dünya Müslümanlarını ilgilendiren halifelik makamı da 1516 yılından itibaren, Osmanlı padişahları eliyle Türklere geçti. Osmanlılar devrinde Türklere ve gayrimüslimlere verilen, kendi din ve dillerinde mabed ve okul açıp, ibadetlerini yapabilme hürriyet ve hoşgörüsü, günümüzün hiçbir liberal, kapitalist, komünist ve dikta rejiminin imkân tanımadığı ölçüde serbestti.

Müslüman Türklerde İslam ahlâkı hakimdi. Umumî kaideler dahil, herkes, İslam ahlâkına ve örfe uymak zorundaydı. Vatanseverlik, vakar, büyüğe hürmet, küçüğe şefkat, vefa ve sadakat, hayırseverlik, cömertlik, merhamet ve hoşgörü, namus, temizlik, hayvan ve bitki sevgisi, his, kıymet ve idealleri başlığı altında toplanabilen ahlâk ölçülerine titizlikle riayet edilirdi. Güzel ahlâk ve bu değer ölçüleri sayesinde, Türk toprakları emniyet ve huzur içindeydi ve kardeşlik havası hakimdi. II. Abdülhamid Han zamanında Osmanlı ülkesinde bulunan Edmondo da Amicis, Constantinopoli adlı eserinde:

"Paşasından sokak satıcısına kadar istisnasız her Türk'te vakar, ağırbaşlılık ve asillik ihtişamı vardır. Hepsi, derece farkları olmasına rağmen, aynı terbiyeyle yetişmişlerdir. Kıyafetleri farklı olmasa, İstanbul'da bir başka tabakanın olduğu belli değildir... İstanbul'un Türk halkı, Avrupa'nın en nazik ve kibar cemaatidir. En ıssız sokaklarda bile, bir yabancı için küçük bir hakarete uğrama tehlikesi yoktur. Namaz kılınırken bile bir Hıristiyan camiye girip, Müslüman ibadetini seyredebilir. Size bakmazlar bile, küstahça bir bakış değil, sizinle ilgilenen mütecessis bir nazar dahî göremezsiniz. Kahkaha ve kadın sesi duyamazsınız. Fuhuşla ilgili en küçük bir olaya şahit olmak imkân dışıdır. Sokaklarda bir yerde birikmek, yolu tıkamak, yüksek sesle konuşmak, çarşıda bir dükkânı lüzumundan fazla işgal etmek, ayıp sayılır..." demektedir.

Rum isyanının baş planlayıcısı Patrik Gregoryus, Rus Çarı Aleksandr'a yazdığı mektupta, Müslüman Türk'ün ahlâk ve seviyesini çok güzel ifade etmektedir. Bu ibret verici mektup şöyledir: "Türkleri maddeten ezmek ve yıkmak mümkün değildir. Çünkü Türkler, çok sabırlı ve mukavemetli insanlardır. Gayet mağrurdurlar ve izzet-i iman sahibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bağlılıklarından, kadere rıza göstermelerinden, an'anelerinin kuvvetinden, padişahlarına, devlet adamlarına, kumandanlarına, büyüklerine olan itaat duygularından gelmektedir. Türkler, zekîdirler ve kendilerini müsbet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip oldukları sürece de çalışkandırlar. Gayet kanaatkârdırlar. Onların bütün meziyetleri, hattâ kahramanlık ve şecaat duyguları da an'anelerine bağlılıklarından, ahlâklarının düzgünlüğünden gelmektedir. Türklerde evvelâ itaat duygusunu kırmak ve manevî bağlarını parçalamak, dinî sağlamlığı zayıflatmak gerekir. Bunun en kısa yolu, millî gelenekleriyle maneviyatlarına uymayan yabancı fikirlere ve hareketlere alıştırmaktır. Maneviyatları sarsıldığı gün, Türklerin, kendilerinden şeklen çok kudretli, kalabalık ve zahiren hakim kuvvetler önünde zafere götüren asıl kudretleri sarsılacak ve onları maddî vasıtaların üstünlüğüyle yıkmak kolay olacaktır. Bu sebeple, Osmanlı Devletini tasfiye için, yalnız harp meydanlarındaki zaferler kâfi değildir. Hattâ sadece bu yolda yürümek, Türklerin haysiyet ve vakarını tahrik edeceğinden, hakikatlerine nüfuz etmelerine sebep olabilir. Yapılacak şey, hissettirmeden, bünyelerindeki tahribi tamamlamaktır."

Türkler, Müslüman olduktan sonra her gittikleri yere adalet, fazilet ve medeniyet götürmüşlerdir. Bugün, medenî olduklarını söyleyen Avrupa ülkeleri, medeniyeti Müslüman Türklerden öğrenmişlerdir.

Türk milletini ve devletlerini asırlarca ayakta tutan, yaşatan büyük ve başlıca kuvvet inanç, adalet, iyilik, doğruluk ve fedakârlıktır.

Türkler ve Spor: Büyük ve mükemmel devletler kuran Türkler, millî tarihlerini askerî zaferlerle süslemişlerdir. Barış zamanlarında da çok iyi sporcu olmaları, başarı sırlarından biridir. Bedenî kabiliyetlerinin üstün şekilde gelişmesi, her cins harp silahlarını kullanmadaki maharetleri sayesinde, çoğu zaman bire iki, bire üç nispetindeki kalabalık düşmanlarına karşı parlak meydan savaşları kazanmışlardır.

Türklerin meşgul olduğu sporlar, daima savaşla ilgilidir. Ata binmek, cirit oynamak, güreş, okçuluk, kılıç, gürz ve matrak talimi, hışt atmak, koşu, tokmak oyunu, av gibi sporlar bunların başlıcalarıdır. Ata binmek, çok eski çağlardan beri, Türkler için yürümek kadar doğal bir şeydi. Türkler, adeta at sırtında doğar ve at sırtında ölürlerdi. Orta ve Ön Asya'da yetişen cüsse itibariyle biraz küçük, ancak yorgunluğa, sıcak ve soğuğa, her türlü eziyete, sıkıntıya fevkalade dayanıklı, çok süratli ve eğitilme yeteneği yüksek Türk atları, sahiplerini Çin Seddi'nden Orta Avrupa'ya kadar şerefle taşımışlardır. Nitekim bütün Türk devletlerinde sefer gücünün esasını süvari teşkil etmiş ve bunlar savaşların kazanılmasında büyük rol oynamışlardır. Osmanlı Devletinde de, gerek Kapıkulu süvarisinin ve gerekse Timarlı Sipahinin önemi çok büyük olduğu gibi, vezir ve beylerbeylerinin kapı halkı hemen hemen tamamen atlıydı.

Ata ve biniciliğe çok önem veren Türkler, eskiden beri at yarışları ve at üzerinde silah kullanma müsabakaları tertip ederlerdi. Cirit, bunların en önemlisiydi. Cirit, bir kol boyunda, ucunda temren denilen, demirden delici kısmı olan bir silah olup, kurutulmuş kayın veya şimşir ağacından yapılırdı. Savaşta süvari hücum ettiği vakit, ciridi düşmana fırlatırdı. Ciridi, uzun mesafeye atmakta Türkler pek hünerli olup, görenler hayrette kalırdı.

Güreşse, Türklerin çok eski millî sporuydu. Göğüs göğüse yapılan savaşlarda, güreş bilenin daima üstün çıkacağı kuşkusuz olduğu için, bu spor dalı Türkler arasında çok rağbet görmüş ve gelişmiştir. Türklerin asıl millî güreşi, yağsız karakucak güreşi idi. Sonraları, Rumeli'ye mahsus olan yağlı güreşlere de yer verilmiştir.

Okçuluk, Türklerin ünlü sporlarındandır. Çok eski zamanlardan beri harp sahasında kendileriyle karşılaşanlar, Türklerin ok atmadaki ustalıklarından, hayranlıkla söz etmişlerdir. Türkler, kısa fakat çok kuvvetli yaylar kullanırlardı. Oku gerek piyade ve gerekse süvari olarak kullanmakta emsalleri yoktu. Süratle giden bir atın üzerinden, hedefe isabetli ok atarlardı. Okmeydanı'nda kurulan meşhur kemankeşler ocağı, 15 ve 16. asırlarda emsalsiz üstadlar yetiştirmiştir. Bu arada lodos, poyraz, gündoğusu, batı, kıble, karayel, yıldız gibi yönlerde esen rüzgârlara atılan kamış ve tahta oklarla kurulan menziller, yani kırılan rekorlar, erişilemeyecek kadar yüksektir.

Türkler, kılıç kullanmakta da ustaydılar. Bu, şimşirbazlık denilen bir sporun, yani bugünkü eskrim sporunun doğmasına sebep olmuştur. Türk kılıçları, başlıca yatağan ve pala olmak üzere iki kısımdı. Yatağan, yeniçeri silahlarından olup, meşhur kıvrık Türk kılıcıydı. Pala ise daha ziyade bahriye askeri ve süvariler tarafından kullanılırdı. Pala, düz, genişliği ucuna doğru biraz artan ve bu yüzden hafifçe öne kıvrık gibi görünen bir silahtı. Türklerin gürzleri de ünlüydü. Bunlar yekpare saplı veya zincir saplı olurdu. Spor için ise somak veya mermer gürz kullanılırdı. Talim gürzleri, ikiyüz okka (256.5 kg) kadar olurdu. Bununla müsabakalardan önce çok idman yapılırdı. Gürz, sağ ve sol elde, değişik yönlerde, belli kaidelerle çevrilip sallanarak, kaldırılıp indirilerek kullanılırdı.

Türklerin en dikkat çeken sporu, muhakkak ki tokmaktır. Bu oyun, bugünkü futbolun babası olup, Orta Asya'da çok makbul bir spordu. Meşhur Ali Kuşçu'nun kısaltarak Türkçe'ye çevirdiği Tarih-i Hata ve Hoten adlı, aslı o taraflara giden İranlı bir tüccar tarafından yazılmış eserde; Türklerin öküz ödünü şişirip, ayak topu oynadıkları, yahut ata binerek, değnekle bu topa vurmak suretiyle müsabakalar düzenledikleri nakledilmektedir. Tokmak, aslında, tabanı kösele olmayıp, üstü gibi deriden yapılmış kısa konçlu bir çeşit çizmenin adıdır. Öküz ödünden yapılmış top oynanırken, ayağa bu giyildiği için adına tokmak oyunu denilmiştir.

Bütün bu sporlarda muvaffak olmanın en büyük ödülü, kazanılan nam ve şandı. Bu sporlar, Türk milletini ve özellikle askerî kuvvetleri, güçlü, çevik, mahir, meşakkate dayanıklı, iyi silahşor, soğukkanlı, mükemmel savaşçılar haline getirmiş, onlar da kendilerini her zaman zaferden zafere götüren bu hassalarını muhafaza için, sulh zamanlarında da talim ve sporu terk etmemişlerdi. İdmanlarını her zaman seve seve yapan Türkler, bu sayede iyi bir spor terbiyesine ve bunun temin ettiği maddî ve manevî faydalara sahip olmuşlardır.
Tanlmslz
Tanlmslz
SİTE KURUCUSU
SİTE KURUCUSU

Mesaj Sayısı : 692
Kayıt tarihi : 09/09/09
Yaş : 37
Nerden : Kocaeli

https://diyojen.yetkinforum.com

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz